2 Kasım 2007 Cuma

Siyah-Beyaz Bir Sinema Hayat

İki yaşam öyküsü.. iki farklı adam... bir sene arayla dünyaya gelmiş olsalar da doğum yerleri, isimlerinin baş harfleri aynı. Aynı şehrin farklı yerlerinde çocuklukları geçmiş, zamanın sosyolojik çatışmaları içinde hayatın uçlarında gezinirken milyonları peşinden sürüklemiş iki zıt karakter. Belki de hayatlarının akış yönleri büyük ölçüde ten renklerinin farkından. Birkaç satırla anlatılamayacak kadar büyük hayranlık kazanmış bu iki insan: Marlon Brando ve Malcolm X.

Irkçılığın hat safhada olduğu, tarafları ten renginin belirlediği bir savaşın ortasında doğan bu iki insanın çocuklukları da zor geçer. Malcolm X, babasını beyaz klancıların katletmesi yüzünden kaybederken Marlon Brando, anne ve babası boşandığı için kaybeder. İki sene ayrı kalıp tekrar birleşseler de Marlon için babası artık yoktur. Hem Marlon hem Malcolm için okul hayatı da tam bir sorundur. Marlon, okul ile pek arası olmadığından birkaç okul değiştirir ve sonunda gittiği bir askeri okuldan atılır. Malcolm ise ilkokul yıllarında sınıftaki en başarılı öğrenci olmasına rağmen öğretmenine ‘Büyüyünce avukat olmak istiyorum!’ demesi karşılığında öğretmeninden ‘Bir zenco için gerçekçi bir meslek seçmelisin Malcolm. Ellerini iyi kullanıyorsun. Neden marangoz olmak istemiyorsun? Hem İsa da marangozdu.’ cümlelerini duyar. Böylece Malcolm okula olan ilgisini de kaybeder. İlkokul yılları, babasının ölümünün ardından evlerine sık sık gelmeye başlayan aile koruma teşkilatının görevlileri tarafından ailesinin (annesinin Malcom’a ve kardeşlerine tek başına bakamayacağını söyleyerek) dağıtılmasıyla ve akabinde annesinin akli dengesini yitirerek akıl hastanesine kaldırılmasıyla sonuçlanır ve Malcolm kimsesiz çocukları evlat edinen bir ailenin yanına verildikten sonra sokaklara yönelir. Boston ve Harlem’de sokak hayatını benimseyen Malcolm oradan, yaşamını sonsuza dek değiştirecek olan şehre, New York’a giderek yüz kızartıcı suçlar işlemeye, Marlon da aynı yıllarda New York’a yerleşerek ünlü tiyatro kuramcısı Stella Adler’den oyunculuk dersleri almaya başlar. (Adler’den öğrendiği metodla yetişen Marlon canlandırdığı karakterin duygusal yönünü keşfedip ortaya çıkarmak üzerine kurulu bir oyunculuk anlayışını benimser ve Hollywood’da bu metodun en önemli temsilcisi olur.)Ne garip tesadüftür ki Marlon’un ilk ciddi sahne tecrübesini yaşadığı yıllarda Malcolm da ilk defa yakayı ele verir ve (arkadaşı Shorty ve suç ortakları, aynı zamanda sevgilileri olan iki kadın ile birlikte soygundan elde ettikleri malları satmak üzereyken) suçüstü yakalanıp tutuklandıktan sonra Charlstown’daki devlet hapishanesine gönderilir.. Daha sonra yaptığı konuşmalarda hapishane yıllarını ‘üniversite yılları’ olarak nitelendirir ve hayatının dönüm noktası olduğunu içtenlikle itiraf eder. İçeride geçen yedi yıl boyunca kitapları dost edinir ve bu arada kardeşi Reginald’in keşfettiğini söylediği İslam dininden haberdâr olur. Sokaklardan gelen, inançla hiçbir zaman herhangi bir bağlantısı olmamış bir suçluyken yeni öğrendiği ve bir üyesi olmak için daha önce yaptığı her şeyden vazgeçtiği dinin (ona anlatıldığı şeklinin) en ateşli savunucularından biri haline gelir. Sene 1953’ e geldiğinde ise Malcolm, hapishanede geçen yedi yılın ardından tamamen farklı bir kimlik altında hayata geri dönerken Marlon, İngiliz Film Akademisi- En İyi Erkek Oyuncu ödülünü ikinci kez kazanır. Bir sene sonra annesini kaybeden Marlon, 1955 yılında ‘On the Waterfront’ filmiyle ilk Oscar ödülünü kazanarak kendi yapım şirketini kurar. Malcolm ise 1954’te İslam’ı hapishanede öğrendiği ve on iki yıl boyunca kayıtsız şartsız bağlı kalacağı şekliyle ona öğreten Elijah Muhammed’in kurduğu İslam Birliği’nin başvekili olarak atanır. (Bu Birlik, Amerika’da Siyah Müslümanlar Hareketi adı altında siyah ırkçılığı yapmakta ve İslam dinini bu temel üzere kurulu bir dinmiş gibi sunmaktadır). Aradan geçen on küsür yılda Marlon için hayat pek parlak gitmez, vasat filmlerde rol alır ve sonradan pişman olacağı ilk evliliğini yapar. Malcolm için ise hayat yeni yeni rayına oturur, kendisi gibi İslam Birliği’ne bağlı olan Betty hanım ile evlenir ve Malcolm’a hayran olan, onu takip eden insan sayısı artık kitlelerle ifade edilmeye başlar.1964 yılında ise Malcolm, ihanet ve hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalır. En önemli adamı haline geldiği İslam Birliği’nin, dini kendi çıkarları için kullandığını ve on iki yıl boyunca inandığı dinin aslında farklı olduğunu öğrenir. Bu yüzden, artık İslam Birliği’nden ayrılmak istediği sıralarda gerçekleşen Kennedy suikastı üzerine yaptığı iğneleyici açıklama neden gösterilerek bizzat Elijah Muhammed tarafından susturulur (herhangi bir şekilde, herhangi bir kimseye açıklama yapması yasaklanır) ve kendisi de Birlik’ten ayrılır. Bunu fırsat bilerek çıktığı Afrika gezisi sırasında yaptığı Hacc ziyaretinde gerçek İslamı tanır ve yazdığı mektuplarla geride bıraktığı eşi, çocukları ve dostlarına hissettiklerini dile getirir. Bu seneye dek siyah ırkçılığı yapan ve beyaz düşmanı olarak tanınan Malcolm artık ırkçılıkla hiçbir alakası olmadığını, Amerika’daki ırkçılık problemini çözmek için yeni kurduğu örgütün herkesin yardım ve önerisine açık olduğunu ve artık İslam Birliği ile Elijah Muhammed’in söylediği, yaptığı hiçbir şeyin arkasında olmadığını vurgular. Yaptığı açıklamalar ve bulunduğu pozisyon itibariyle İslam Birliği için bir tehdit olan Malcolm 1965 yılının 21 Şubat’ında henüz başladığı bir konuşma sırasında yüzlerce seyirciyle birlikte eşi ve kızlarının gözleri önünde (Audubon Bale Salonu’nda) öldürülür. Aynı yıl Marlon ise babasını ebediyen kaybeder ve yetmişli yıllara kadar birçok politik hareketin içinde yer alır. Yetmişlerde tekrar oyunculuğa ağırlık verir ve 1971’de oynadığı ‘The Godfather’ (Baba) isimli film ile efsaneleşerek ikinci Oscar’ını kazanır. Hayatı boyunca farklı bir kişilik olan Marlon, 8 kere Oscar’a aday gösterilir. Fakat Amerikan yönetiminin ve Hollywood sinemasının Kızılderililere karşı takındığı tutumunu protesto etmek amacıyla 1972’deki Akademi Ödülleri törenine katılmaz.1978’de ‘Superman’ in babasını canlandırır ve filmde başrol oynayan Christopher Reeve’den çok daha az görünmesine rağmen çok daha fazla para alır. Ayrıca filmlerindeki replikleri ezberlemeyi reddettiği için küçük notlar kullanır.1995’te katıldığı Larry King Show’da Larry King’i dudaklarından öper. Kızı Cheyenne intihar eder ve ölür. Büyük oğlu kız kardeşinin erkek arkadaşını öldürmek suçundan on yıl hapse mahkûm edilir. Daha sonra öldürülen oğlunun duruşmasında ise ateist olduğunu söyleyerek mahkeme yemini etmeyi reddeder. 2000 yılında ‘Entertainment Weekly’ tarafından, tüm zamanların en iyi aktör ve aktrisleri sıralamasında 12. olur ve 2004’te bir hastanede hayata gözlerini yumar.

İki farklı hayat,iki farklı son. Birçok kesişen nokta ama ayrılan çizgiler. Ailenin, okulun, hayranların, siyahın, beyazın, her tür pisliğin, güzelliğin etkilediği, zorladığı, yaşattığı, öldürdüğü, soldurduğu, yön verdiği iki hayat. Hayattan çok ölümü düşündüren, yaşarken ölen ve adeta ölünce canlanan iki ruh.

Ve bize kalan ..okumak,düşünmek,yaşamak,göğüs germek,aşmak,bilmek, ölmek…


Kasım Doğan
*Kan Kıvrımları*

Çaresizliğin hırsı,
Ellerim,
Sen,
Duvar:
Üzerinde kan kıvrımları

Acı:
Yokluğun,
Değil duvarın yarası!
Benim!
Duvarda kan pıhtısı

Hayalin:
Yaşam kaynağı,
Varlığın:
Yaradılış sırrı

Seni, ab-ı hayatı
İçtim dudaklarından
Gözyaşı,
Hıçkırık,
Unuttum hayatı…

Kasım Doğan